Gören Gözün Hakkı Var mıdır? Edebiyatın Bakış Üzerine Sessiz Sorgusu
Bir Edebiyatçının Gözünden: Sözcüklerin Işığı ve Görmenin Derinliği
Bir edebiyatçı için kelimeler, yalnızca anlatının taşıyıcısı değil; aynı zamanda birer göz gibidir. Her kelime, bir bakışı, bir fark edişi, bir duygunun gölgesini taşır. “Gören gözün hakkı var mıdır?” sorusu, bu yüzden yalnızca bir ahlaki ya da dini tartışma değildir. Aynı zamanda edebiyatın kalbinde atan bir sorudur. Çünkü edebiyat, görmenin, fark etmenin ve anlatmanın sanatıdır.
Görmek, bir şeyi bilmekten farklıdır. Bilgi akıl yoluyla kazanılır; ama görmek, kalple gerçekleşir. Edebiyatın büyük ustaları —Tolstoy, Dostoyevski, Tanpınar, Oğuz Atay— hep bu farkın peşine düşmüştür. Onların karakterleri, çoğu zaman “gören ama görmezden gelen” ya da “gözünü açtığı anda değişen” insanlardır.
O halde sormalıyız: Edebiyatta “gören göz” neyi hak eder?
Bakışın Ahlakı: Edebiyat ve Görmenin Sorumluluğu
Görmek, edebiyatta daima bir yükümlülük taşır. Çünkü bir şeyi gördüğünde artık ondan haberdarsındır; onu inkâr edemezsin. Gören göz, sadece seyreden değil, tanıklık eden gözdür. Tanıklığın hakkı vardır; ama aynı zamanda sorumluluğu da.
Albert Camus’nün Veba romanında doktor Rieux’nün “gözleri” tam da bunu temsil eder. O, salgını yalnızca tespit eden bir bilim insanı değil, insanlığın acısına tanıklık eden bir vicdandır. Onun gözü, adeta bir edebi aynadır; gerçekliği yansıtır ama yargılamaz. Camus, Rieux aracılığıyla bize şunu hatırlatır: “Gören gözün hakkı, fark ettiğini dile getirmektir.”
Benzer şekilde, Halide Edip Adıvar’ın romanlarında kadın karakterlerin bakışları da özgürlük arayışının sembolüdür. Kadın, çoğu zaman toplumun görmesini istemediği şeyleri görür. Göz, burada bir direniş aracıdır. Bu durumda “gören gözün hakkı”, sessizliği bozmak, görünmeyeni görünür kılmaktır.
Bakışın Cinsiyeti: Kadın ve Erkek Gözünün Ayrımı
Edebiyat tarihinde “göz” ve “bakış” hep cinsiyetli olmuştur. Erkek göz genellikle nesneleştirir; kadın göz ise duygusal ve sezgisel bir derinlik taşır. Bu fark, yalnızca karakterlerin dünyasında değil, yazarların anlatısında da hissedilir.
Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda’sında kadın yazarın “görme hakkı” üzerine yaptığı vurgu, aslında bu sorunun özünü taşır. Woolf, kadınların yüzyıllarca edebiyatın dışında bırakıldığını ama her zaman gören olduklarını söyler. Yani gören göz vardır, ama onun hakkı çoğu zaman teslim edilmemiştir.
Osmanlı ve modern Türk edebiyatında da benzer bir durum görülür. Yakup Kadri’nin Yaban’ında, köylülerin savaş sonrası yıkımına bakan anlatıcı, bir yabancı gözüyle görür; ama gördüğü şeyi anlamlandıramaz. Bu da “gören ama anlamayan” gözün trajedisidir.
Gören gözün hakkı sadece görmekte değil, gördüğünü yorumlayabilmekte gizlidir. Aksi halde görme, bir yüzeysellikten ibaret kalır.
Edebiyatta Görmek: İçsel Aydınlanma ve Yansıma
Bazı yazarlar için görmek, bir tür aydınlanmadır. Tanpınar’ın Huzur romanında Mümtaz, dünyaya sürekli bir içsel gözle bakar. Onun için görmek, duygusal bir derinliktir; insanın kendi içinde yankılanan bir sessizliğe ulaşmaktır.
Ayna motifinin sıkça kullanıldığı bu romanda, “göz” yalnızca dış dünyayı değil, iç dünyayı da yansıtır. Mümtaz’ın gözleri, hem toplumun değişimini hem kendi benliğinin kırılganlığını görür. Böylece “gören gözün hakkı”, hakikati aramak olur.
Edebiyat bu noktada pedagojik bir işlev de üstlenir. Okuyucu, karakterin gözünden bakarak hem başkasını hem kendini tanır. Gören gözün hakkı, okuyucunun farkındalığında yeniden doğar.
Görmek ve Görülmek: Edebi Bir Denge Arayışı
Modern edebiyatta “gören göz” kadar “görülmek isteyen” göz de önemlidir. Günümüz romanlarında karakterler artık sadece dünyayı gözlemlemez; kendi görünürlüğünü de sorgular. Orhan Pamuk’un Kar romanında Ka, gördükçe kendi inançsızlığını fark eder.
Burada “gören gözün hakkı”, içsel bir hesaplaşmadır. Çünkü her bakış, aynı zamanda bir ayna gibidir — gördüğün seni de gösterir.
Edebiyatta görmek, yalnızca dışarıya yönelmiş bir eylem değildir; içine dönen bir farkındalıktır. Bir roman kahramanının gözünden dünyaya bakarken, aslında kendi bakış açımızı da yeniden inşa ederiz.
Sonuç: Gören Gözün Sessiz Daveti
“Gören gözün hakkı var mıdır?” sorusu, belki de edebiyatın en eski ama en canlı sorularından biridir. Çünkü edebiyat, tam da bu görme anında doğar.
Bir yazar için görmek, dünyayı yeniden kurmaktır; bir okuyucu içinse, o dünyanın içindeki hakikati keşfetmektir.
Gören gözün hakkı vardır, çünkü o göz yalnızca bakmaz — anlam verir.
Her birimiz, gördüklerimizden sorumluyuz.
Peki, senin edebiyatında gören kim?
Bir kahraman mı, bir anlatıcı mı, yoksa kelimelerin arkasında gizlenen sen misin?
Yorumlarda paylaş:
Senin “gören gözün” hangi hikâyede saklı?